Bu fatura ödenecek
Batı ırkçılığının en sıkı temsilcisi olan Fransa, geçmişindeki zulümlerin faturasıyla yüzleşiyor.Bir yanda, ‘kendilerinden’ kıldıkları, yani epeyce...
Batı ırkçılığının en sıkı temsilcisi olan Fransa, geçmişindeki zulümlerin faturasıyla yüzleşiyor.
Bir yanda, ‘kendilerinden’ kıldıkları, yani epeyce ‘beyazlaştırdıktan’ sonra vatandaşlık lütfettikleri Magrip kökenli Fransızlar…
Bir yanda, vaktiyle devşirmeyi beceremedikleri, belki de devşirmek istemedikleri esmer Magripliler…
Şimdi her iki grup da, Fransa’dan başlayarak, ‘sömürünün faturasını’ kesiyor.
Beyazlaştırılmışlar her ne kadar kendilerini Fransız hissetmeye çalışsalar da, son tahlilde öyle olmadıklarını ve asla olamayacaklarını idrak ettikçe, Paris ve diğer kentlerin tadı kaçıyor.
Esmer kalmış Magripliler ise, sömürgeciliğin faturasını, cansız bedenlerini Akdeniz sahillerine vurmak suretiyle kesiyorlar, zalim Avrupalılara.
Batı Medeniyeti (aslında anti-medeniyet demek daha doğru olur), kendi dışındaki dünyayı sömürürken, sanki her şeyin hiç değişmeden devam edeceğini sandı.
Oysa basit bir tabiat kanunu var: Su akar, yolunu bulur.
Siz eğer, elinizdeki bilgi ve silah gücünü kullanarak, dünyanın sizin dışınızdaki yarısını köleleştirir, yoksulluğa mahkûm ederseniz, dünyanın dengesi bozulur.
Hani tahterevalli (bizim çocukluğumuzdaki adı ‘çöngülüçüş’ idi) var ya, işte onun gibi. Sizin ağırlığınız karşıdaki rakibi havalandırırsa, iş her zaman eğlenceli olmayabilir. Mesela aşırı havalanan rakip, aşağıya doğru kayarsa, doğruca sizin tepenize gelir.
İşte şu anda Fransa özelinde fakat Avrupa genelinde yaşanan gerçek tam olarak budur.
Zavallı Afrika’nın doğal kaynaklarını sömürdüler. Madenlerini, ormanlarını, petrolünü… Yetmedi, insan gücünü sömürdüler. Ördek avına çıkar gibi insan avına çıktılar. Yakaladıkları genç, güçlü, işe yarar erkek ve kadınları toplayıp gemilere doldurdular. İnsan bile saymadıkları bu zavallıları, çiftliklerde eşek gibi çalıştırılmak üzere köle pazarlarında sattılar.
Sonuçta, sadece doğal kaynakları değil, genç ve işe yarar insan gücü de sömürülen Afrika, kuru ekmeğe muhtaç vaziyette, Batılı misyonerlerin ellerine teslim edildi.
Anadolu’da bir söz vardır: Aç köpek, fırın damı deler…
Teşbihte hata olmaz… Açlığa, susuzluğa, imkânsızlığa, umutsuzluğa mahkûm edilen kara Afrikalılar da, Batının kendilerine ‘kader’ diye çizdiği sınırları kabul etmedi, etmiyor. Ve bu isyanı, gerektiğinde kendi hayatı pahasına yapıyor.
Fransa ve diğerleri, kendilerini ‘Efendileri’ kabul eden devşirilmiş Magriplilerin de bir gün gelip aslını hatırlayacağını hiç hesap edemedi. (Bizdeki kompleksli Batı hayranlarına kapak olsun.)
Hayatını yaşanmaz hale getirip, öylece terk ettikleri esmer Magriplilerin de, Batılı efendilerinin çizdikleri kadere boyun eğip, bulundukları yerde ölümü bekleyeceklerini varsaymıştı, kibirli Batı. Ama öyle olmadı, olmuyor.
Gün geliyor, açlık, sefalet ve güvensizlik, insanların yaşama hevesini bile aşabiliyor. Buna bir de, sinema ve kültür sektörü üzerinden pompalanan; parlak, cafcaflı, müreffeh, albenili, davetkâr Avrupa imajını ekleyin… Yaşadıkları cehennemden kaçmak ve kendisine cennet olarak gösterilen memleketlere erişmek için canını dahi ortaya koyan garibanları, derme çatma teknelerle Akdeniz’e açılmaya zorlayan ortam tamamdır.
Son birkaç yüzyılda Batının günahları sürekli katlandı. Halen de aynı kafayla devam ediyorlar. Şu farkla ki; lazım olan köleleri, bu defa kibar yöntemlerle seçiyorlar. Mesela; eğitimli, sağlıklı, sosyal sorun oluşturmayacak, aile düzeni olan vs. kişilerden seçiyorlar. Ve bir de onlara ‘köle’ değil ‘işçi’ diyorlar. Lakin kafa değişmiş değil. Çağdaş kölelerine vatandaşlık hakkı verseler bile, renkleri ve seslerinin tınıları bile onların ‘hakiki vatandaş olmadığını’ haykırmaya yetiyor.
Öyle olunca da, Amerika’da siyahîlere dönük polis şiddeti neyse, Paris’teki Magriplilere yönelik polis şiddeti de o oluyor.
Yüzyıllardır işlenmiş büyük günahları var Batının.
Bu günahların bedeli bir şekilde ödenecek.
Dünyanın bir tarafı, bizzat müreffehler tarafından açlık ve sefalete mahkûm edildiyse, refah içindeki dünyanın da huzuru bozulacak. Bu, kaçınılmaz bir gerçeklik.
Fransa ve diğerleri, bugünkü refah ve kalkınmalarını borçlu oldukları hırsızlıkların, arsızlıkların, zulümlerin bedelini, faturasını mutlaka ödeyecek.
Ama Paris sokaklarını yakan ‘devşirilmiş-beyazlaştırılmış’ ötekiler eliyle, ama ‘itilmiş-esmer’ zavallılar eliyle…
Bir yandan yakılıp yıkılan görkemli şehirler manzarasıyla, bir yandan da Akdeniz’den Avrupa kıyılarına vuran cesetler marifetiyle…
Bu fatura ödenecek.