Arap diktatörlerinin Hamas düşmanlığı
6 Ekim 1996… Libya’nın Başkenti Trablus’ta, diktatör Muammer Kaddafi’nin çadırı… Kaddafi, çadırında kabul ettiği misafiri Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı...
6 Ekim 1996… Libya’nın Başkenti Trablus’ta, diktatör Muammer Kaddafi’nin çadırı… Kaddafi, çadırında kabul ettiği misafiri Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Necmettin Erbakan’a ve onun şahsında Türkiye’ye, kendisinden beklenen bir yığın saygısızlık ediyor.
Saçma sapan sözlerinin arasında, şu cümle de geçiyor:
“Türkiye Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendi iradesini kaybetmiştir. Türkiye, ABD üslerinin işgali altındadır. Türkiye’nin iradesi hürriyetine kavuşuncaya kadar mücadele etmemiz gerekir.”
Merhum Erbakan, taşıdığı sorumluluğun ağırlığından ve muhatabının patavatsızlığını bildiğinden olsa gerek, Kaddafi’ye gereken cümlelerle karşılık vermiyor, yutkunuyor.
Türk heyeti, basın mensupları ve haberi izleyen bütün Türkiye şok yaşıyor.
Kaddafi, 20 Haziran 1997’de yayınlanan Kanal D ve NTV röportajında ise; Başbakan Erbakan ve Türkiye için;
“Zavallı Başbakan…”
“Aslında tüm Arap ülkeleri Türkiye'ye karşı Yunanistan'la ittifak yapmalı.”
“ Türkiye'yi, Mustafa Kemal döneminden beri, Yahudilerin Dolm kastından olanlar yönetiyor. Türkiye kendisini bu şeytanlara sattı…”
Kardeşim Tansu Çiller, Türkiye'yi yönetirse iki ülke arasında sorun kalmaz. Ben laikliğe karşıyım. Nedir bu laiklik?”
gibi ifadeler kullanıyor. (Yani ‘laikliğe’ karşı olan Kaddafi, Tansu Çiller’i, Erbakan’dan ‘daha İslamcı’ buluyor.)
‘İslamcı Refahyol Hükümetini’ darbeyle devirmek üzere aylardır ağlarını ören 28 Şubat Çetesi için, Kaddafi’nin attığı bu paslar müthiş bir fırsat sunuyor.
Ve nihayet, 30 Haziran 1997’de, Başbakan Erbakan, görevinden istifa etmek zorunda kalıyor.
***
Oysa merhum Başbakan Erbakan, ömrünü adadığı ‘Millî Görüş’ ideolojisini; bütün Müslüman ülkelerin kardeşliği, birliği-bütünlüğü, işbirliği ve dayanışması gibi saf ve temiz niyetler üzerine kurmuştu.
Hatta Millî Görüş çizgisi, bu yolda yürürken, geniş anlamlı ‘Milliyetçilik’ ile dar anlamlı ‘Kavmiyetçiliği’ birbirine karıştırma hatasına da düşmüştü. (Ki, bu çizgide yürüyenler, ancak Türk Devletinin başına geçip, neyin ne olduğunu anladıklarında ‘Milliyetçi’ çizgiye gelebilmiştir.)
Erbakan’ın bu iyiniyetli bakışına karşılık, Kaddafi’nin de içinde bulunduğu Arap diktatörlüklerinin çok farklı bir ajandası vardı.
Mısır, Suudî Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, hatta Ürdün gibi ülkeleri babalarının çiftliği gibi yöneten diktatörlerin, daha yakın tarihlerde; Türkiye ve Başkan Recep Tayyip Erdoğan’a karşı sergiledikleri tavırlar da aynı kapsamda değerlendirilmeli.
Tabi, bugün Başkan Erdoğan ve Türk Devletinin gücü, merhum Başbakan Erbakan dönemdekinden çok daha yüksek olduğundan, o diktatörler Kaddafi kadar ileri gidemiyor.
***
Peki, halkının neredeyse tamamı Müslüman olan o ülkeleri yönetenler, Türkiye’nin ‘İslamî hassasiyeti yüksek’ siyasetçiler tarafından ve ‘cumhuriyet-demokrasi çizgisinde’ yönetilmesinden niye bu kadar rahatsız olur?
Cevap çok basit:
Ne de olsa Arap diktatörlüklerinin hamuru; İngiliz, Fransız ve İtalyan aşısı ile mayalandı. Bu kirli mayayı çalanların; demokrasi, cumhuriyet, insan hakları, temiz yönetim gibi bir meseleleri yok. Tam tersine, Müslüman ülkeleri istedikleri gibi yönetip, kanını iliğini sonuna kadar sömürebilmek için, ‘iktidar gücünü Batı'ya borçlu’ diktatörlere ihtiyaçları var.
Millet iradelerine dayanan devletlerin yöneticileri, sonuçta seçimde halklarına hesap verecekleri için, sömürgen devletlerin her istediğini yapamaz.
Daha da önemlisi, demokrasi içinde İslamcı politikalarla iktidara gelenler, Müslüman ülkelerdeki diktatörler için ‘kötü örnek ve tehdit’ (!) teşkil ediyor.
Yani mesele Türk düşmanlığından ziyade, millet iradesi ve demokrasiye düşmanlıktan ibaret.
***
İsrail, 6 aydır Gazze’de Müslüman katlediyor, soykırım yapıyor.
Dünyanın ‘büyükbaşları’, Gazze’de demokratik yolla seçim kazanarak iktidara gelen ve yönettiği ülkenin savunma gücünü (El Kassam Tugayları) kuran Hamas’ı, ‘terör örgütü’ tanımına yerleştirmeye çalışıyor.
Bir tek Başkan Erdoğan, Hamas’ın terör örgütü değil, Gazzelilerin demokratik iradesi olduğu hakikatini haykırıyor.
Hangi Arap diktatörü bunu yapabilir? Hiç birisi… Hamas, seçim kazanmış bir demokratik aktördür.
Oysa malum diktatörler için ‘Cumhuriyet-Demokrasi’, zavallı diktatörlüklerinin sonu demektir.
Yalnızca Türkiye gibi millet iradesine dayanan Müslüman ülkelerin yöneticileri Hamas’a iyi gözle bakabilir.
Diktatörlüklerin hepsinin korkulu rüyası, Türkiye’deki gibi, kendi ülkelerinde de İslamî hassasiyetleri yüksek olan bir siyasî ekibin, demokratik yolla iktidara gelmesidir.
Bu yüzden Kaddafi, merhum Erbakan‘ı ve Türkiye’yi aşağılama hadsizliğini yaptı.
Onun tek derdi, Erbakan’ın; ‘demokratik iktidar’ ile ‘Müslümanlığı’ aynı fotoğrafta sunmasının ‘kötü örnekliği’ idi.
İşte bu yüzden Hamas, yalnızca çevredeki Arap diktatörlerince sahipsiz bırakılmadı; bizzat Filistin’in başındaki kukla Mahmut Abbas tarafından bile dışlandı.
***
Ey Müslümanlar!...
Biliniz ki; Müslüman ahalinin topyekûn iradesine, yani ‘Cumhuriyet’ ve ‘Demokrasi’ temellerine dayanmayan her yönetim biçimi, inançlarımıza ve millî menfaatlerimize terstir.
Siyasete bakışınız ve tavırlarınızda, bu gerçeği göz ardı etmeyiniz.