Siz hiç havaalanında sırtında evi ve arabası olan bir yolcu gördünüz mü?
Bu satırları yazmaya uçağımım hareket saatini beklerken havaalanında başladım ve uçak havalanana kadar da uçak içinde yazmaya devam ettim.Şöyle bir gözlemde...
Bu satırları yazmaya uçağımım hareket saatini beklerken havaalanında başladım ve uçak havalanana kadar da uçak içinde yazmaya devam ettim.
Şöyle bir gözlemde bulundum ve havaalanının bekleme bölümlerinde sırtında evi ve arabası olanını görmedim. Sırtında da evi ve arabası olmadığı gibi kimsenin elinde ve yanında da evi ve arabası yoktu. Herkesin elinde, yanında ve sırtında, ancak gideceği yerde kendisine lazım olan ihtiyaç maddeleri vardı.
Şimdi diyeceksiniz ki bu nasıl bir soru ve bu nasıl bir yazı başlığı “İnsanın havaalanında bir yerden bir yere yolculuk, seyahat halinde iken yanında arabasının, sırtında evinin ne işi olabilir?” Yazı başlığı çok saçma diyenler olabilir.
Onlara cevabım ve tüm insanlığa seslenişim şudur:
İnsanın bir havaalanında, bir terminalde, bir limanda hareket saatini bekleyen, uçağını, otobüsünü ve gemisini bekleyen bir yolcudan farkı nedir?
Biz hepimiz, tüm insanlar yolcudur. Herkes buradan bir başka aleme giden, seyahat eden birer seyyah, birer yolcudur.
Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi bu yolculuğu şöyle tavsif ediyor.
“İnsan Dünya’da bir yolcudur. Sabâvetten (çocukluktan) gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın levazımatı, Mâlikü’l-Mülk tarafından verilmiştir.”
Evet, yolcuyuz, seyyahız ve bir başka aleme gidiyoruz.
Biz o gittiğimiz yer için yanımızda ne gerekiyorsa onu götürmeliyiz.
Havaalanında gördüm ki herkesin çantasında, bavulunda yalnız gittiği yer için ne lazımsa onu yanına almış.
Ben de bir yolcuyum işte o havaalanında ve valizimi gittiğim yerdeki ihtiyaçlarıma göre doldurdum. Fazla, gereksiz şeyi alıp da kendime yük edinmem elbette abestir.
Ne lazım bana gittiğim yerde? İşte o gittiğim yerde bana, iç çamaşır, pijama, gömlek, pantolon, çorap ve buna benzer günlük ihtiyaç malzemesi lazım. Onları yanıma aldım. Zaten yanımda bunlardan daha fazlasını taşımama izin vermezler. Havaalanında uçağa yanında yatak, yorgan, televizyon, buzdolabı ve benzeri malzeme ve madde olana izin vermezler.
Havaalanında saçmalıktır yanında yatak, yorgan, televizyon ve buzdolabı bulundurmak saçmalıktır, çünkü uçağa almazlar.
Ey insan, sen bir yolcusun ve öldüğünde yanında Dünya malından, mülkünden bir çöp, bir çorap dahi götürmene izin vermezler.
Bunun da bir darb-ı mesel anlatımı vardır.
O kıssa türü darb-ı mesel’i anlatalım: “Çok mu çok, zengin bir adam ölmeden önce oğluna iki mektup bırakıyor ve kapalı zarflar içindeki o zarfları oğluna bırakırken, “Şu zarfı beni kabre koymadan açacaksın ve şu zarfı da benim vücudumun kabre konduktan ve üzerime topraklar atılıp mezarımdan ayrılmadan önce açıp okuyacaksın” diyor. Zenginin oğlu, babası öldükten sonra ilk zarfı açıyor ve zarfın içindeki kağıtta şu notu okuyor. “Oğlum benim en sevdiğim bir siyah çorabım var. Onu sen de biliyorsun. Öldüğümde vücudum kabre konulurken ayaklarımda bu çoraplarım olsun.” Oğul, babasının bu vasiyetini tam kefenleme sırasında imam efendiye söylüyor ve imam efendi, o vasiyetin asla ve asla yerine getirilemeyeceğini, “bir Müslümanın öldükten sonra toprağa verilirken vücudunda kefenden başka bir şey bulunmasının asla mümkün olamayacağını” belirtiyor. Çocuk mecburen imam efendiye tabi oluyor ve babasının ölü vücudunda yalnız kefen olduğu halde kabre konmasını sağlıyor. Zenginin oğlu, babasının ölü vücudunu kabre koyduktan sonra ikinci mektubu açıyor ve orada şu notu okuyor: “Oğlum bak, bizzat gördün ki, ben Dünya’dan ahirete bir çorap dahi götüremedim. Dünya’nın malı Dünya’da kalır. Buradan hiçbir şeyi ahirete asla götüremezsin. Ancak amellerini götürürsün. Sen iyi amellerini çoğalt ve cenneti kazan.”
Nihayette, zenginin oğlu babasının kendisine ölmeden önce verdiği mesajı anlıyor ve artık ondan sonra dünya malının Dünya’da kalacağı gerçeğiyle hareket etmeye başlıyor.
Evet, biz seyyahız, yolcuyuz. Bu çok açık bir gerçek.
Dünya son menzil değil. Dünya asıl mekan değil.
Buradan geçip de gidiyoruz.
Ne diyor Yunus Emre, dinleyelim.
“Mal sahibi, mülk sahibi.
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan.
Var, biraz da sen oyalan.”
Evet, buradan öteye gidiyoruz. Öte dediğimiz yerde bizi bekleyen bir alem var.
Öyle “öldüm, bitti” diye bir şey yok. “Öldüm başladı” diye bir şey var. Öldükten sonra kabir var haşir var ve hesap var. Hesabı vermeden insanı bir lokantada dahi göndermeleri mümkün değilken bu Dünya hayatında bunca yaptıklarının hesabını vermeden geçip gideceğini ve “öldüm, her şey bitti” diye sanıyorsan, büyük yanılgı içindesin. Vallahi her şeyin hesabını vereceksin. Ahirette hesap var. Hesabını verip de cenneti kazanırsan mükafat var. Elhamdülillah.
Evet, biz bu Dünya’da birer yolcuyuz. Burası asıl mekan değil. Burada hepimiz garibiz. Hepimiz zavallıyız.
Malum sonu hepimiz yaşayacağız.
Öleceğiz günü geldiğinde.
Ayet-i Kerime tahakkuk edecek ve Yüce Rabbimizin kuralı kıyamete dek değişmeyecek.
“Her canlı ölümü tadacak ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz.” (Ankebut Suresi, 57)
Hakikat bu. Üzerinde durulup da düşünülmesi gereken bu.
Hayata yalnızca bir yolcu gibi bak.
Ahiret için çalış ve orada lazım olacakları, nasıl ki bir yolcu gittiği bir yer için hazırlıklı gider ve yanına orada lazım olacakları alır. Sen de yanına yalnızca ahirette gerek olacakları al.
Tabi Dünya’da da rızkın için ve çoluk çocuğunun iaşesi ve geçimi için çalış. Dünya’nın bir misafirhane ve kısa bir süreliğine konaklama yeri olduğunu asla unutma.
Dünya malına bağlanma. Dünya malı elinde olsun, sakın ha sakın kalbinde olmasın.
Yazımın sonunda Sevgili Peygamber Efendimizin (asm) bir Hadis-i Şerif’lerini dikkatlerinize arz ediyorum:
“Dünya’da bir garip gibi yabancı gibi hatta bir yolcu gibi ol! Kendini kabir halkından biri gibi kabul et.”
Vesselam.