Mutluluğun anahtarı ben de değil biz de
Geçen gün tefekkür ettim. “Ben” kelimesini tabi şekilde, yani kasıt olmaksızın kullanmanın belki bir mahzuru yoktur. Ancak, “ben” kelimesini üzerine basarak...
Geçen gün tefekkür ettim. “Ben” kelimesini tabi şekilde, yani kasıt olmaksızın kullanmanın belki bir mahzuru yoktur. Ancak, “ben” kelimesini üzerine basarak ve ısrarla belirtmek, çok incitici ve esasında çok ayıp bir şey. İnsana yakışmıyor. Çünkü, “ben” sözünde bir kibir ve enaniyet var. “Ben” sözünde kendini öne çıkartmak vardır. Halbuki, büyüklenmek ve kendini öne çıkarmak yalnızca Yüce Rabbimize (cc) mahsustur. Buna rağmen, Yüce Rabbimiz (cc) dahi Kur’an-ı Kerim’deki hitaplarının birçoğunda “ben” diye seslenmiyor, “biz” diye sesleniyor.
Evet, “ben” sözünü bir insan ne kadar az kullanıyor ve ne kadar çok “biz” diye sesleniyorsa, o kadar kulağa hoş gelen bir söz kullanıyor demektir.
“Ben” sözü kulağa hoş gelmiyor ve benim duyduğumda çok incindiğim bir sözdür. Zaten, mümkün olduğunca da “ben” kelimesini kullanmıyorum. “Ben” sözünü kullanmaktan hicap duyuyorum.
Kur’an-ı Kerim’de Yüce Rabbimizin (cc) “ben” kelimesini çok az yerde kullandığını ve birçok yerde “biz” diye hitap ettiğini yukarıda belirtmiştim. Esasında, “ben” kelimesini kullanmak ancak ve ancak Allah’a yakışır. Rabbimiz (cc) dahi “ben” kelimesini kullanmaktan imtina ederken, biz nasıl “ben” kelimesini kullanacağız?
Şimdi, burada, “biz” ile hitap edilen bazı ayetlere dikkatlerinize çekiyorum.
“Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu. Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de kendine kötülük eden zalimlerden olursunuz, dedik.” (Bakara Suresi, 34-35)
“Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.” (Bakara Suresi, 59)
“Andolsun biz Lokman'a: Allah'a şükret! diyerek hikmet verdik. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.” (Lokman Suresi, 12)
“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur.” (Lokman Suresi, 14)
“Biz onlara birtakım arkadaşlar musallat ettik de onlar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler. Kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinler ve insanlar için (uygulanan) azap onlara da gerekli olmuştur. Kuşkusuz onlar hüsrana düşenlerdi.” (Fussilet Suresi, 25)
“Senin yeryüzünü kupkuru görmen de Allah'ın âyetlerindendir. Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçip kabarır. Ona can veren, elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir. Åyetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmaz. O halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın! Kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir. (Fussilet Suresi, 39-40)
Yüce Rabbim (cc) Kur’an-ı Kerim’de belki de binlerce kez “biz” diye hitap ederken, ancak birkaç yerde “ben” diye seslenmektedir. Ben diye hitap edilen ayetlerden ikisine aşağıda yer veiyorum:
“Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bakara Suresi, 30)
“Ey Âdem! Eşyanın isimlerini meleklere anlat, dedi. Âdem onların isimlerini onlara anlatınca: Ben size, muhakkak semâvat ve arzda görülmeyenleri (oralardaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydim? dedi.” (Bakara Suresi, 33)
Yazımın bu noktasında, başlıkta geçen “Mutluluğun Anahtarı Ben’de Değil, Biz’de” derken neyi kastettiğimi de belirtmek istiyorum.
Bir toplumda enaniyet ve benlik davası ne kadar az olursa, o toplumda mutluluk o kadar fazla olur. Sorun ve sıkıntıların birçoğu enaniyet, kibir ve bencillikten kaynaklanmaktadır. Maalesef, “kendilerini Dünyanın merkezine alanlar, hep kendi menfaatini öne çıkaranlar, Dünyayı hem kendilerine, hem de çevrelerine zindan etmektedirler.” “Nalıncı keseri gibi” hep kendi tarafına doğru menfaat ve mal yığanlar ve başkasını düşünmeyenler, ben merkezli davranıp da biz odaklı hareket etmeyenler bir toplumdaki felaketlerin asıl sebepleridir. Halbuki “testere gibi” bir sana, bir bana diye davransak, herkes mutlu olur.
Derviş Kaşıkları kıssasını duymuşsunuzdur. Dervişin birisi bir sofrada oturan 4 kişiye bir metre uzunluğunda birer kaşık vererek “haydi oturun şu sofraya” demiş. Derviş, sofradakilere “bu kaşıkların en ucundan tutarak çorba içmeniz şart” diyerek de bir kural belirlemiş. Sofradaki 4 kişi kaşığın en ucundan tutarak çorba tabağına daldırmışlar. Kaşığı ağızlarına götürerek içmeye çalışmışlar. Ancak, hiçbirisi çorbayı dökmeden içmeyi başaramamış. Herkesin üstü başı çorba olmuş. Bunun üzerine Derviş şu öğüdü vermiş: “Herkes karşınsındakine çorbayı ikram etsin.” Bunun üzerine herkes kolaylıkla çorbayı içmeyi başarmış. Evet, o sofraya oturanlar o 1 metre uzunluğunda kaşığı ellerine aldıklarında “ben” merkezli bakmayıp da “biz” odaklı düşünselerdi, önce karşıdakine çorbayı uzatacaklardı ve karşısındaki de çorbayı kendisine uzatacaktı ve herkes kolaylıkla çorba içmiş olacaklardı. Demek ki işin sırrı “ben” merkezli düşünmekte değil, “biz” odaklı düşünmektedir. Bu hususta başka bir kıssa da Halil İbrahim Kıssası’dır. Yazımın hacmini uzatmayayım. O kıssayı da siz bulun ve okuyun.
Yazımın en sonunda Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin bir tespitine yer vermek istiyorum:
“Bütün ihtilâlat-ı beşeriyenin mâdeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir. Birinci Kelime: “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse, bana ne.” İkinci Kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.” Evet, bir toplumda böyle düşünenler çoğalırsa, o toplumda her türlü sorunlar çoğalır ve o sorunlar çoğaldıkça da huzursuzluk artar. Huzursuzluklar, maazallah, ihtilallere yol açar ve toplumda kaosa neden olur. Öyleyse, bencilliği artıracak, insanları enaniyete sevk edecek her hareket toplum huzurunu bozar.
Toplum huzurunun anahtarı, “Ben”de değil, “Biz”dedir. Vesselam.