Keşke kavmim bilseydi!
İnsan içinde bulunduğu kavim ile ilk nefesten, son nefes kadar bir süreç, bir birliktelik yaşar. Biz bu sürece, bu birlikteliğe, “toplum ya da cemiyet hayatı”...
İnsan içinde bulunduğu kavim ile ilk nefesten, son nefes kadar bir süreç, bir birliktelik yaşar. Biz bu sürece, bu birlikteliğe, “toplum ya da cemiyet hayatı” diyoruz. Toplum esasında bir kavimdir. Nasıl ki Sevgili Peygamber Efendimiz (asm) bir kavimde, bir toplumda yaşadı ise, biz de bir kavimde, bir toplumda yaşıyoruz. İnsanlığın her devrinde, ister eski kavimlerde, ister yeni kavimlerde, ister bir Peygamber ol, istersen bir Peygambere tabi bir mü’min ol, ya da asi bir kul ol, herkes için şu kural geçerlidir: “İnsanoğlu kavmiyle vardır, kavmiyle anılır. İnsanoğlu cemiyetle vardır ve cemiyet içerisinde yaşar.”
Hatta insanoğlu Ahirette de kavmiyle birlikte haşrolunur. İnsanoğlu o dehşetli günde mahşer meydanına tüm kavminin fertleriyle birlikte topluca getirilir. Allahualem en önde kavminin en ileri gelenleri olduğu halde “bölük bölük” getirilir insanoğlu.
Zaten buna ilişik bir ayeti-i kerime mevcuttur.
Nebe Suresi 18. ayette şöyle buyrulmaktadır: “Sûra üflendiği gün, bölük bölük Allah’a gelirsiniz.”
Şimdi bu ayet-i kerime bende şöyle bir manzarayı, şöyle bir tabloyu çağrıştırdı. Gözümün önüne gelenler şunlar:
Kıyamet koptu. O anda hayatta olan tüm insanlar, tüm canlılar, tüm varlıklar Dünya hayatından koparılıp alındı. Kıyamet sırasında ve kıyametten önce ölenlerin tekrar dirilmesi için Sûra üfürüldü ve herkes yattıkları, ölü olarak bulundukları yerlerden ya da ruhlarının bulunduğu yerlerden birden canlandılar, birden bire hizaya sokuldular ve aynen bir askeri birliğin disiplinli bir şekilde bir savaş meydanına sevkedilmesi ya da bir yerdeki kalabalık bir kitlenin koşar adımlarla bir yere sürüklenmesi gibi bir manzarayı gözünüzünüz önüne getirin.
İnsanlar “bölük bölük” koşar adımlarla bir yerlere doğru gönderilirken ve o gönderilmeden önce birden bire uyandırıldıkları andaki, insanın halini şöyle bir düşünün.
Zilzal Suresi 1-3. Ayetlerde buna dair bir işaret var: “Yerküre o korkunç sarsıntı ile sarsıldığı; yer, ağırlıklarını çıkardığı ve insan, “Ona ne oluyor?” dediği zaman!”
İnsan uyandırıldığında (diriltildiğinde) gözleri fal taşı gibi hayretler içerisinde kalacaktır. Kavimler şeklinde, bölük bölük bir yere (mahşer meydanına, toplanma yerine) gönderilecek herkes.
Buraya kadar olan kısımda “kavimler ve mahşer” bağlamını dikkatlerinize sundum.
Kavimler ve insan öldükten sonra dahi birbirinden ayrılmıyor, en azından terazi anına (ayni mizan ve hesapların tartılmasına) kadar bu birliktelik devam ediyor.
Kavimler ve insanlar, çok çok önemli ve birbirleriyle çok bağlantılı kavramlar.
Esasında insanların kavimleriyle ilgi ve bağlantıları öldükten sonra da devam etse de, en mühimi, ölmeden önceki hayattadır.
Bazen içinde bulunduğumuz kavmi kendimize uygun görmediğimiz da olabiliyor. Bazen de belki de çoğunlukla öyle oluyor. Herkes içinde bulunduğu kavimle aynı istikamette, aynı görüş ve düşüncede yaşamak zorunda değildir.
Zaten Peygamberler, Alimler, Salih İnsanlar ve Filozoflar içindi bulundukları kavimle, içinde yaşadıkları toplumla barışık olmamışlardır.
Yusuf Suresi 37 ayetin meali şöyledir: “Şüphesiz ben, Allah’a inanmayan, ahireti de inkâr eden bir kavmin (Mısırlıların) dinini terk ettim.”
Bu ayet-i kerimenin benzerini ben de haykırıyorum: “Görünüşte İslam’a tabi gibi görünse de esasta ve çoğunlukla nefsine ve hevasına tabi bu kavmin anlayışını ben de terk ettim.”
İçinde yaşadığımız ve ismini ne kavmi, kimin kavmi diyecekseniz deyin, “ben bu kavmin içinde olsam da, onlardan değilim.”
Bunu bütün samimiyetimle ve hançeremin (avazımın) yettiğince haykırıyorum.
Ey İnsan! Kavmin bozuk ve gittiği yol eğri-büğrü ise kavminle sakın ha sakın uyuşma.
Şunu söyleme! “Herkese ne olacaksa bana da o olacak”. Herkese ne olacaksa bana da o olacak diyerek, çoğunluğa sakın uyma.
Zulme alkış tutma. Yanlışlığa çanak tutma.
Bir Habib-i Neccar gibi ol. Kavmine karşı gel ve onlara karşı dur.
Habib-i Neccar’ın ismini ilk defa duyup da, “Habib-i Neccar da kim” diyenleri duyar gibiyim. Öyleyse önce bu mübarek şahsı tanıtayım.
Habib-i Neccar Hazretleri, Hz. İsa (as) zamanında Antakya’da yaşamış bir Zat’tır. O zamanlar Antakya’da yaşayan putperestler tarafından başı kesilerek şehid edilen bir Mü’mindir. Habib-i Neccar, yani Marangoz Habib, Antakya’ya Hak Dini tebliğ için gelen tebliğcilere saldıran putperest kavminin önüne çıkarak, o mübarek tebliğcilere adeta barikat oluyor.
Habib-i Neccar kendisine saldıran kavmine şöyle sesleniyor: “Bu tebliğciler size Hakkı anlatmaya geldiler. Gelin, artık pişman olup da sapıklıktan doğru yola gelin!”
Sen misin Hakkı tebliğ eden, sen misin azgın kavme, yolunuz azgındır diyen, o andan itibaren başınıza türlü belalar gelebilir. Habib-i Neccar’ın da başına olmadık bela ve çile geldi.
Azgın kavimler tebliğcilere anında yalanlarlar. Habib-i Neccar’ın şehrine gelen tebliğciler de yalanlandı. Tebliğcilere kavminin cevabı şöyle oldu: “Siz uğursuzsunuz, Hak bir tebliğci göndermedi.
Bu durum Yasin Suresi 15. Ayette şöyle anlatılır: “Onlar şöyle dediler: "Siz de ancak bizim gibi insansınız. Rahmân hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz."
Habib-i Neccar’ın kavminde olduğu gibi, kavminin çoğunluğu asi olabilir. Kavmin seni sevmeyebilir. Kavmin öğütçülerden nefret edebilir. Bir Habib-i Neccar gibi çık kavminin karşısına “uyun davetçilere, uyun Hak Yola çağıranlara” deyin. Taşlanmayı ve dışlanmayı göze alın. Ne olur ki taşlansanız. En fazla ölüm var ucunda, ölümden sonra cennet senin avucunda.”
Benim gözümde Antakya bir tarafadır, Habib-i Neccar bir tarafadır. Yani Habb-i Neccar Hazretlerini canım gibi severim. Antakya’yı her seyahat ettiğimde öncelikle Habib-i Neccar Hazretlerinin manevi makamını ziyaret ederim.
Habib-i Neccar şehid edilerek öldürülürken, "keşke kavmim bilseydi” diye seslenmiştir. Bu sesleniş Yasin Suresi 26. ayette belirtilir.
Şehid Habib-i Neccar'ın dilinden kavmiyle kavgalı ve kavmine yabancı tüm mü'minlerin seslenişi budur.
"Keşke kavmim bilseydi!"
Ahmet SANDAL