HİKÂYE DENEMELERİ-6: İyilik yapan iyilik bulur

O sene havalar soğuk geçiyordu. Rüzgarlar sert esiyordu. Ayaz dediğimiz hava adeta insanların yüzlerini buza kestiriyordu. Hava günlük güneşlik de olsa...

O sene havalar soğuk geçiyordu. Rüzgarlar sert esiyordu. Ayaz dediğimiz hava adeta insanların yüzlerini buza kestiriyordu. Hava günlük güneşlik de olsa etrafta kuru soğuk vardı. Belki de akşama doğru bu hava kara çevirecekti. Pazarcık sokaklarında lapa lapa kar yağacaktı.

İsmail, lapa lapa kar yağdığında koşar adımlarla evin penceresine doğru yönelir ve pencere camı ile geniş duvar arasında bir küçük çocuğun oturacağı kadar genişlikteki o bölüme girer ve saatlerce lapa lapa yağan kara bakar dururdu.

Eskiden kerpiç duvarlarla örülen evlerde duvar kalınlığı çok enli olurdu. Bu enli duvarların pencerelerinin olduğu bölümlerde bir küçük çocuğun rahatlıkla oturacağı genişlikte bir boşluk olurdu. O boşluğa ne denirdi? Ne dendiğini bilmiyorum da, küçük bir hücreyi andıran bir boşluktu o.

Çocuk ruhuyla o pencere boşluğunda ne hayaller kurardı Küçük İsmail. Pencereden sokağa bakar, gelip giden insanları seyreder, dışarıda telaşla koşturan büyüklere, sevinçle koşan çocuklara bakar.

Bir o tarafa bir bu tarafa koşardı çocuklar. Yaşça büyük insanlar da evlerinin ihtiyaçları için sanki koşa koşa bir yerden bir yerlere gidip gelirlerdi. O vakitler İsmail’in geçim derdi yoktu. “Çocukların geçim derdi olmaz” demeyin. Fakirse Babanız, yoksulsa Aileniz, geçim derdi ta en çocukluk döneminde boynunuzu bükerdi.

İsmail’in ailesi orta halli bir aileydi. Babası Faruk Usta Marangoz’du. Annesi Ayşe Hanım ev hanımıydı. İsmail Babasının biricik oğluydu. Bir de kız kardeşi vardı İsmail’in. Küçük İsmail 13 yaşında, kızkardeşi Cemile 10 yaşındaydı.

“İsmail, pencere boşluğunda hayaller kurar” demiştik. Büyük adam olmak ister, evinin reisi olmayı düşünür, aynı Anne ve Babası gibi çocuklar yetiştirmeyi hayal ederdi. Evine helalinden ekmek getirmeyi, çalışmayı ve kazanmayı hedefine almıştı İsmail.

Pencereden dışarıya bakan İsmail neler neler düşünürdü. Pencereler hele eski pencereler insanın ufkunu açan birer odak noktasıydı onlar. Çocuklar oradan açılırlardı Dünyaya.

Bir de pencerelerimizin pervazları vardı. Süslü, gösterişli pervazlarımız vardı eskiden. Allı, yeşilli rengarenk desenli pervazlardı onlar. Dışarıdan bakanlara huzur verirdi. Bir de pervazların kenarına yerleştirilen çiçeklerle adeta gülistan görüntüsü verirdi.

Pervazlar, Pervazlar, Pervazlar.

Pencerelerimizde pervazlar vardı. Osmanlı pencerelerindeki o pervazlar güvercinler için adeta konaklama yerleri gibiydi. Hep birlikte kulak verelim Arif Nihat Asya Üstadımıza,

“Konsun yine pervazlara

Güvercinler;

"Hu hu"lara karışsın

Aminler.

Mübarek akşamdır;

Gelin ey Fatiha’lar, Yasin’ler!”

Bu mısralar bir Naat’tan alınmıştır.
“Seccaden kumlardı...

Devirlerden, diyarlardan

Gelip göklerde buluşan

Ezanların vardı” diye başlayan bir Naat’tan alınmadır bu mısralar. O Naat ki, Sevgili Peygamberimize (asm) sevginin ve saygının bir ifadesidir. Tüm Naatlar Sevgili Peygamberimiz (asm) için kaleme alınmış ve İslam Dünyasında birçok Şair, Peygamber sevgisi ve saygısını Naat’lar ile ifade etmiştir.

İsmail de şiir yazıyordu. Yaşı 13 idi. Şiire karşı büyük ilgisi vardı.

İsmail’in ilk şiiri şu şekildeydi.

İsmail ve İlk Şiiri

Pazarcıklı küçük İsmail’in ilk şiiri çalışma teması üzerineydi. Çalışmak ve üretmek, kazanmak ve aile kurmak İsmail için en birinci bir hedefti. İşte bu hedef, O’nda şiir olarak da şu mısralara dönüşerek dilinden dökülmekteydi:

ÇALIŞ DEDİ BABAM

Al eline kazma kürek,

Çalış dedi benim babam.

Dünyada çalışmak gerek,

Çalış dedi benim babam.

Çalışmanın yoktur yaşı,

Muhtaç olma da taş taşı,

Evine götür hep helal aşı,

Çalış dedi benim babam.

Boş duranın kışı bitmez.

Koşturanın hızı dinmez.

Aç kalanın yüzü gülmez.

Çalış dedi benim babam.

Çalışmadan yaşanılmaz oğlum,

Bugün varım, yarın yokum,

Sensin benim tek umudum,

Çalış dedi benim babam.

Sevilmez asla aylak yatan,

Çalışmıştı senin atan,

Çalış ki kurtulsun vatan,

Çalış dedi benim babam.

İsmail, bu şiir gibi daha birkaç şiir daha yazmıştı o vakitler. Hatta Annesi Oğlu’ndaki bu şiire olan ilgili ve meyli göründe şu şekilde bir tespitte bulunmuştu: “Oğlum, İsmail benim Dayıma çekmiş. Rahmetli Dayım, sokak sokak gezer ve türkü söylermiş. Şiir okurmuş.”

Evet, şiir sevgisi, şiire olan kabiliyet aileden ve çevrenin etkisinden kaynaklanabileceği gibi, soydan da gelebilir. İsmail’in etrafında çok da şiir yazıp söyleyen yoktu. Demek ki, bu şiir sevgisi ve kabiliyeti soydan gelmekteydi. Acaba öyle mi?

Çocukların Kabiliyetleri Nereden ve Nasıl Başlar?

Şiire meyilli olur bazı çocuklar. Teknolojiye, ilme ve keşfe meraklı olur bazı çocuklar. İsmail’in çocukluk arkadaşı Bedir, teknolojiye çok ilgi duyardı. O vakitler şimdiki gibi değildi. Sene 1970’li yılların sonu. Pazarcık’ta birkaç evde otomobil vardı. Birkaç evde televizyon, buzdolabı vardı. Daha çamaşır makinesi Pazarcık’taki evlerde mevcut değildi. Bulaşık makinesinin adını dahi duymamıştık.

İsmail’gilin evinde elektrik dahi yoktu. Geceleri gaz lambasının ışıkları altında otururlardı.

Gaz lambası nedir? Bu terimi duyan şimdiki çocuklar sanki “taş devrine dönmüş” gibi hissederler kendisini. Gaz lambasını havsalası almaz şimdiki çocukların.

Ancak İsmail, gaz lambası ile aydınlatılan bir evde büyümüştü. O vakitler Pazarcık’ta bazı evlerde elektrik olsa da İsmail’in ailesi fakir olduğu için gaz lambası ile yetiniyorlardı.

Ah fakirlik ah! Paran yoksa, servetin yoksa teknolojiye ulaşmazsın. Elektrikli aydınlanan bir evin olmaz. Atın araban olmaz.

Çocukların kabiliyetlerini yoksulluk ve garibanlık geliştirir. Fakir çocukların okumaya ve kendisini yetiştirmeye meyilli olmalarının bir nedeni budur. Fakirlikten dolayı çocuklar okumak zorundadır.

Okuyup da zarureti, yoksulluğu ve geçim darlığını aşmak zorundadırlar. Yoksa hep gariban, hep yoksul kalmaya mahkumdurlar.

Çocukların kabiliyetini bir de etrafındaki insanlar ve toplumsal çevre geliştirir. Çevresinde bulunan insanların olumlu mandaki teşvik ve öğütleri çocuk zihninde çok büyük etki meydana getirir.

İnsan her daim öğüde muhtaç. İnsan her daim kendi ruhunu diri tutacak söze ve nasihate muhtaç.

Çocuklarımıza Her Daim Öğüt ve Nasihat Vermeliyiz.

Bizim küçük bir söz, küçük bir hatırlatma olarak gördüğümüz öğüt ve nasihatler çocuk ruhunda adeta bir devrim ya da büyük dönüşümler meydana getirebilir. Küçük İsmail de kendisine söylenen öğüt ve nasihatleri dikkatle dinlerdi.

İsmail, takvim yapraklarında ya da çeşitli yerlerde tablo ya da benzeri afişler şeklinde asılan güzel söz, ayet ve Hadis-i Şerif’leri okur ve bunlar O’nun ruhunda büyük tesir meydana getirirdi.

İsmail, bu sözlerin bir kısmını beyaz büyük bir kağıda yazarak Babasının marangozluk yaptığı küçük dükkanın duvarlarına asardı. Duvara asılan o kağıtlarda neler yazardı: “En hayırlınız ahlakça en güzel olanınızdır.” “İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır.” Bu hadis-i şerifler yanında, bazı gazetelerin afiş olarak verdiği “Kelime-i Şehadet”, “Kelime-i Tevhid” tablolarını da Babasın dükkânının duvarlarına yapıştırdı İsmail.

Küçük İsmail, araştırmacı ruhlu İsmail, bir güzel söz, güzel bir tablo gördüm mü, hem okur ve müşahede eder, hem de başkalarının da okuması ve müşahede etmesi için başta Babasının dükkanının iç duvarları olmak üzere çeşitli yerlere asardı.

İşte bu sözler İsmail’in ruhunu ruhumu şekillendiriyordu.

İsmail, şiir yazıyordu. Elbette ailesinden gelen karakter özelliklerinin de bunda etkisi vardı. Ancak, İsmail o yıllarda Pazarcık sokaklarında yüksek sesle şiirimsi sözler okuyarak geçen destancılara da imrenerek bakar. Hatta destancıların arkasından bir müddet koşardı.

İsmail, ellerinde birkaç teksir kağıdı gibi sayfalardan müteşekkil destanların yer aldığı sözleri yüksek sesle okumak suretiyle evlerinin önünden geçen o destancıları merakla izlerdi. O destancıların okuduğu sözleri dikkatle dinlerdi.

Belli ki İsmail şair ruhu o yıllarda şekillenmişti. Aynen Üstad Necip Fazıl Kısakürek gibi.

Üstadımız, şiir hayatının en önemli başlangıcı olan yaşanmış bir anısını şöyle anlatır:“Şairliğim on iki yaşımda başladı. Annem hastahanedeydi. Ziyaretine gitmiştim. Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter... Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde... Annem, bir an gözlerimin içini tarayıp; 'Senin şair olmanı ne kadar isterdim!' dedi. İşte bu sözler ruhumda büyük bir tesir uyandırdı ve şair olmaya o andan sonra karar verdim.” Evet, bir Anne ve bir çocuk. Annenin bir dileği ve evladın o dileği gerçekleştirmesi. Çocuklukta başlıyor hayatın rotası. Çocuklukta başlıyor insanın kabiliyetleri.

Babaların ve Annelerin çocukken söylediği öğüt ve sözler bir çocuğun hayatını şekillendirir ve kabiliyetini geliştirir.

Babaların ve Annelerin Öğüt ve Nasihatleri.

Bu hayatta insanın kendisine çizmiş olduğu hayat yönünün ve çizginin istikameti kesinlikle Annelerin ve Babaların çocuklarına söylediği sözlerin ve nasihatlerin istikametinde gelişmektedir.

İsmail’in Annesi Ayşe Hanım’ın “Oğluna haramdan kaçmasını ve başkasının malına göz dikmemesi gerektiğine dair nasihat ve sözleri” çocuk ruhunda büyük tesir meydana getirmiştir.

İsmail’in Babası Faruk Usta da Oğluna devamlı şekilde öğüt verirdi. Hatta Oğlu gençlik yıllarına geldiğinde ve Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi iken Ankara’da bulunduğunda hassasiyetle “Oğlum asla sigara içme” diye tembihte bulunmuş ve Pazarcık’tan Oğlu İsmail’e gönderdiği mektuplarda dahi bu öğüdü tekrarlamıştır.

Bir Anne ve bir Baba’nın en büyük vazifesi çocuklarına öğüt ve nasihatlerde bulunması ve bunlarla birlikte iyi bir örnek olmasıdır. Evet, mühim olan çocukların ruhunda tesir bırakacak güzel sözler ve faydalı nasihatler sunabilmektir. Çocuk ruhları bu güzel sözlere ve bu faydalı nasihatlere her şeyden çok muhtaçtır. Bu hususta başta Anne ve Babalara ile Öğretmenler ve Büyüklere büyük görev düşmektedir.

İsmail’in Annesi Oğluna yardımseverlik konusunda nasihatlerde bulunduğu gibi, hayatında da zaten bizzat yardımseverlik ve dayanışma örneklerini sergiliyordu.

Arif Emmi’nin Evinde Ne Odun Var, ne de Yiyecek Gıda Var.

O sene Pazarcık’ta kış çok çetin, çok sert geçiyordu. Karlar lapa lapa yağıyordu. Rüzgarlar sert esiyordu. Nurettin Aydın Mahallesinde bir söz, bir haber dalga dalga yayılmıştı. “Arif Emmi’nin evinde ne odun var, ne de yiyecek bir şey var.”

Nacarlı Şerife Kadın, çarşı tarafından gelip evine doğru geçerken biraz durakladı ve İsmail’in Annesi Ayşe Hanım’a şunları söyledi: “Allah yardım eylesin, Arif Emmi’nin evinde ne bir gram odun, ne de bir tutam yiyecek var.” Bu sözleri söyledi ve üzüldüğünü ifade ederek evinin yolunu tuttu. Ardından Ufacıklı Döndü Bacı evinden çarşıya giderken o da evinin bahçesinde içeriye odun taşıyan Ayşe Hanım’ı gördü: “Arif Emmi ile yaşlı karısı evlerinde tir-tir titriyorlar. Evlerinde ne odun, ne de ekmek var” dedi ve o kadın da en sonunda “Allah yardım eylesin” diyerek gittiği istikamete doğru yürüdü. Birazdan Ulubahçeli Fatma Bacı gelecek o da aynı sözleri söyleyip de gidecekti.

İsmail’in Annesi Ayşe Hanım, oldukça yardımsever bir özelliğe sahipti. Bu nedenden olacak herkes “Arif Emmi zor durumda diyerek” Ayşe Hanım’a durumu iletip çekip gidiyorlardı.

Ayşe Hanım, mahallede geçen hafta bir dul kadın için erzak, bulgur-buğday, un-yağ toplamış ve dul kadının evine bu yiyecekleri taşımıştı.

Yine bu hususta görev Ayşe Hanım’a düşecekti.

Arif Emmi Kimdir? Arif Emmi Nasıl Bir İnsandır?

Pazarcık’ta Nurettin Aydın Mahallesinin tren hattına doğru yayılan en uzak bölümünde yaşayan yaşlı bir adamdı Arif Emmi. Çocukları olsa da onlar da gariban ve yoksul kimselerdi. Çocukları da zaten çalışmaya sağa-sola, Pazarcık yakınındaki şehirlere giderlerdi. Arif Emmi ve yaşlı Hanımı Zeliha Teyze evlerinde bir başına kalırlardı.

Arif Emmi, kanaatkar ve namazlı-abdestli bir yaşlı kişi idi. Ailesindeki diğer fertlerden bu özelliği ile de ayrılırdı. “Hayatında umur görmüş, çile çekmiş kişi” derler ya, Arif Emmi aynen bu özelliklere sahipti. Başında eski bir takke, ayağında yine eski bir şalvar, evlerinin önünden geçip giderken İsmail Arif Emmi’yi görürdü.

İsmail’gilin evleri Nurettin Aydın Mahallesinde çarşı yolu üzerindeydi. O nedenle İsmail çok kişiyi bu yoldan geçip giderken görür ve tanırdı. İsmail, Arif Emmi’yi de tanıyordu.

Ayşe Hanım, “Oğlum İsmail hazırlan ve üzerine kalın bir giysi giy, çünkü tüm mahalleyi ev ev gezip odun ve yiyecek toplayacağız, Arif Emmi için” dedi.

Zaten İsmail de biliyordu ve duyuyordu ki, Arif Emmi bu soğuk, çetin ve zorlu kış gününde zor durumdaydı.

Mahalledeki konu-komşu, “Arif Emmi perişan, Arif Emmi zorda, evinde hiçbir şey yok, ne odun var, ne yiyecek var” diyerek ve ardından da “Allah yardım eylesin” diyerek çekip gidiyorlardı.

Allah Yardım Eylesin de Bu Yardımı Senin Vasıtanla Eylesin.

Müslüman Toplumlarda “Allah yardım eylesin,” “Allah yâr ve yardımcısı olsun” sözleri havalarda uçuşur. Bu sözleri herkes hemen hemen her gün duyar. Falanca zor durumda “Allah yardımcısı olsun.” Filanca hasta “Allah yardım eylesin.” Falanca yoksul ve perişan “Allah yâr ve yardımcısı olsun.” Filanca çok sorunlu “Allah yardım eylesin.”

Ne oluyor ya! Hiç mi idrak etmiyorsunuz? Hiç mi aklınızı çalıştırmıyorsunuz? Yüce Rabbimin (cc) bu Dünya’da adetullah kuralları var. Bu kurallara göre Yüce Rabbim (cc) doğrudan doğruya bir kuluna, zorda kalan bir insana yardım göndermez. Arada bir kulunu ya da bir durumu vesile kılar.

"Adetullah", Hayatta canlı cansız bütün varlıkların nasıl hareket edeceklerini belirleyen Allah'ın emirleri, O'nun koyduğu değişmez düzen ve kurallardır. Meselâ oksijenle hidrojenin birleşmesinden su meydana gelir. Yüce Rabbim iki şeyi bir araya getirerek bir şeyi meydana getirmiştir. Yüce Rabbim isteseydi suyu doğrudan doğruya tek bir maddeden de yaratırdı. Ancak burada bir kural koydu. Bu durum insanın doğumu için de geçerlidir. Doğum için de erkek ve kadın gereklidir. Adetullah kuralları olarak yer çekimi, suyun kaldırma kuvveti gibi örnekler de verilebilir. Adetullah kurallarına göre su 100 derecede kaynar, sıfır derecede donar. Adetullah kurallarına göre ateş yakar, havasız kalan insan ölür. Bunlar bu Dünya’da Allah’ın vaz’ettiği kurallardır.

Yüce Rabbim elbette kendi koyduğu tüm kuralları da alt-üst ederek doğrudan doğruya yardım da edebilir. Buna mucize ya da keramet denir. Hz. İsa’nın (as) doğumu bir mucizedir. Hz. İbrahim’i (as) ateşin yakmaması bir mucizedir. Yine Peygamberlerine doğrudan doğruya yardım eylemesi ve Evliya kullarına da doğrudan yardımcı olması birer keramet örnekleridir. Ancak, bunlar istisnadır. Bu Dünya’da her daim geçerli olan Allah’ın adetullah kurallarıdır. Bize düşen görev, ne mucize, ne de keramet beklemektir. Bize düşen görev Allah’ın adetullah kurallarına göre yaşamak ve üzerimize düşen görevleri hakkıyla yerine getirmektir.

“Arif Emmi’ye Allah yardım eylesin” dediğimiz takdirde iş bitmiyor. Fakr-u zarurette ve zorda, evinde erzaksız ve odunsuz kalan Arif Emmi’ye yardım için harekete geçilmeliydi. Çünkü hava oldukça soğuktu ve aç yaşamak da mümkün değildi. Ham yakacak odun ve hem de yiyecek gıda maddeleri gerekiyordu.

İsmail’in Annesi Ayşe Hanım Yardım İçin Harekete Geçti.

Oğlu İsmail’e hazırlık yapması için seslenen Ayşe Hanım kendisi de üzerine bir manto giyerek ve yanına birkaç boş çuval alarak mahalledeki evleri dolaşmaya başladı. İsmail ile Annesi mahalledeki evlerin kapısına vuruyor, müsaade isteyerek içeriye giriyor ve hemen şunları söylüyorlardı: “Arif Emmi ve yaşlı eşi için yardım topluyoruz. Odun ve erzak topluyoruz. Evinizdeki odun ve erzaktan, un ve yağdan, bulgur ve buğdaydan ne verirseniz, Allah yardımlarınızı kabul eylesin.”

O gün İsmail ve Annesi neredeyse mahalledeki tüm evleri dolaştılar. Kimi evden yardım aldılar. Kimi evden alamadılar. Yardım aldıkları evlerin sahipleri için duacı oldular ve topladıkları odun ve gıdaları İsmail’gilin evlerine yığdılar. Dört-beş çuval erzak, beş-on çuval da odun toplamışlardı.

Şimdi bu çuvaldaki erzak ve odunları Arif Emmi’nin evine taşımak vardı. Nasıl taşınacaktı? Kim taşıyacaktı? Ne araba vardı, ne de yardım edecek biri vardı.

İsmail’in Babası Faruk Usta her zamanki gibi yine işe gitmişti. Marangozdu ve evlere kapı-pencere tamiri gibi işlere giderdi. Ya da evinde ürettiği ekmek tahtası, iskemle, evraaç, oklava gibi tahta ürünlerini satmaya giderdi. Kışın daha çok basit tamir işlerinde çalışan Faruk Usta, yazları da çatı ve inşaat işleri yapardı.

İsmail ve Annesi Ayşe Hanım, çuvallar içerisindeki odun ve erzaklara şöyle bir baktıktan sonra, birbirleriyle göz göze geldiler. Anladılar ki bu çuvalları iki kişi taşıyacaktı. İsmail ve Annesinden başka kimseden yardım yoktu.

“Ya Allah, ya bismillah” diyerek, önce birer çuvalı sırtlarına alıp Arif Emmi’nin tren hattına doğru bölgede yani biraz uzakta olan evine doğru güçlükle yürümeye başladılar. Çuvallar ağırdı ve hem İsmail, hem de Annesi zayıf bir bünyeye sahiptiler. Neredeyse akşama kadar yük taşıdılar sırtlarında. Bir taraftan hava buz gibi, bir taraftan da yük ağırdı.

O gün öyle zor, öyle meşakkatli geçmişti ki, her ikisi de oldukça yorulmuşlardı. Kan-ter içinde kalmışlardı. Arif Emmi ve yaşlı Eşinin gözlerindeki sevinç ve mutluluk tüm yorgunluklarını unutturmuşlardı. Arif Emmi namazlı-niyazlı bir mü’min kul idi. İsmail ve Annesi için o kadar dua etti ki, bu dualar elbette yerini bulacaktı.

Allah (cc), “bana yardım edene ben de yardım ederim” diye buyurmaktadır. Allah (cc), kulunun yardımına muhtaç mı? Asla ve kat’a. Elbette Allah (cc) kulunun yardımına muhtaç değildir. Allah’a yardım etmek, zorda kalan bir kuluna yardım etmektir. Siz zorda kalan birisine yardım edin, inanın, hemen yardım göreceksiniz. Bunun nasıl olacağını merak mı ediyorsunuz? Öyleyse hiç durmayın etrafınızdaki bir zorda kalmışa yardım edin ve Allah’tan yardım görün. Söylemek bana ait, denemek size ait.

Halk arasında meşhur bir söz vardır: “İyilik yapan iyilik bulur” diye bu sözün tecellisini hem İsmail ve hem de Annesi bizzat yaşamışlardır.

Öğrenci İsmail her daim kolaylıkla sınavlarını geçmiş ve Allah’ın yardımını devamlı üzerinde hissetmiştir. Elhamdülillah. Zaten Annesinin duası da “çocuklarının okuması ve büyük memuriyetlere gelmesi” üzerinedeydi. Anne duası budur. İsmail okudu ve büyük görevlere atandı. Maşallah.

İsmail o gün Arif Emmi’nin evine çuval çuval odun ve erzak taşıdığından olacak o gece erkenden uyudu. Zayıf ve küçük bedeni o günün o yorgunluğuna fazla dayanamamış, İsmail yatağa uyanır uyanmaz uyumuştu.

İsmail, o gece mışıl mışıl uyudu. Adeta etrafında melekler kol kanat geriyordu. Sabah uyanır uyanmaz Annesinin yanına koştu İsmail. Annesine koştu ve ellerine sarıldı. “Anneciğim, Anneciğim bu gece rüyamda sen ve ben ikimiz kanatlanmış bir kuş misali Kabe’ye doğru uçuyorduk. Ele ele uçuyorduk.” İsmail’in Annesi Ayşe Hanım bu rüyanın dünkü iyiliğin yerini bulduğunu ve büyük sevaplara nail olduklarının bir tecellisi olduğunu anladı ve Yüce Rabbimize (cc) hamdeyledi. Ayşe Hanım’ın Nur Yüzünde gülücükler oluştu.

İsmail yalnızca bu Rüya’yı görmemişti. O gece başka bir rüya daha görmüştü. Sevgililer Sevgilisini (asm) rüyasında görmüştü. Rüyada Sevgililer Sevgilisini 13 yaşında gören İsmail’e, o Nuranî, o Mübarek, o Gül Yüzü görmek bir daha nasip olmadı. Allah (cc) bir daha nasip etsin, İnşallah.

Sen iyilik yaparsan ve sırf Rıza-i İlahi için hareket edersen, her türlü iyilik seni bulur ve üstüne bir de fazlası Sevgililer Sevgilisini (asm) Rüya’nda görür, o Mübarek Sima’nın, o Gül Yüz’ün, O Nuranî Cemal’in huzur ve mutluluğu sana bir ömür yeter. Elhamdülillah.

Not: Bu hikâyede geçen isimlerin bir kısmı takma olsa da yaşanılanlar tamamen gerçektir.

SON DAKİKA HABERLERİ

Ahmet Sandal Diğer Yazıları