FİLOZOF ARTHUR SCHOPENHAUER’IN AHLAK VE DEVLET ÜZERİNE GÖRÜŞLERİ-2
FİLOZOF ARTHUR SCHOPENHAUER’IN AHLAK VE DEVLET ÜZERİNE GÖRÜŞLERİ-2Ahlaklı insanlar zaten her yerde saygılıdırAlman Filozof Arthur Schopenhauer şöyle diyor: “O...
FİLOZOF ARTHUR SCHOPENHAUER’IN AHLAK VE DEVLET ÜZERİNE GÖRÜŞLERİ-2
Ahlaklı insanlar zaten her yerde saygılıdır
Alman Filozof Arthur Schopenhauer şöyle diyor: “O yüzden gençler o maskeli baloda elmaların balmumundan, çiçeklerin ipekten, balıkların mukavvadan yapılma ve istisnasız her şeyin oyun ve oyuncaktan ibaret olduğunu mutlaka öğrensinler. Birbirleriyle ciddi ciddi iş yapma azmi içerisindeki iki insandan birinin sahte mallar tedarik ettiğini, diğerinin de bunun karşılığında ona sahte paralar ödediğini zamanında onlara söylemek gerekir. Fakat yapılması gereken daha ciddi müşahedeler, kaydedilmesi gereken daha kötü şeyler var. İnsan esasında vahşi, korkunç bir hayvandır. Biz onu evcilleştirilmiş ve dizginlenmiş haliyle tanıyoruz, onun bu durumuna uygarlık diyoruz. Bu yüzdendir ki ara sıra gerçek tabiatı her nasılsa ipten kurtulacak olsa dehşete kapılıyoruz. Her ne zaman, her nere de kanun ve düzenin prangaları ve zincirleri çözülüp yerini kargaşaya bıraksa, kendisini bütün çıplaklığıyla ele verir o. Fakat bu konuda aydınlanmak için kargaşa ve düzensizliği beklemeye gerek yoktur. Eski yeni yüzlerce kayıt, acımasız, merhametsiz gaddarlığı içinde insanın kaplan ve sırtlandan aşağı kalır yanının olmadığına bizi ikna eder.”
Buradan anlaşıldığı üzere, insan serbest bırakılmamalı. Çünkü tamamıyla serbest bırakılan insan, kontrolsüz insan canavarlığa meyillidir. İnsanı hem din ve hem de sağlam devlet kuralları ile dizginlemek şarttır. Ahlaklı insanlar zaten her yerde saygılıdır. Ahlaklı insanlar topluma da, devlete de zarar vermezler. Mesele olan ahlaksız insanlardır. İşte ahlaksız insanları dizginlemek için, devlet kurumlarında güçlü sistem ve sağlam kurum ve kurallar oluşturulmalıdır.
Maalesef bazı toplumlarda bunun tersi olduğunu görmekteyiz. Mazlumlar, garibanlar ve ahlak timsali kişiler devlet yönetiminden dışlanıyor, çakallara, alçaklara kapı aralanarak, toplum ve devlet adeta bir yok oluşa doğru sürükleniyor.
Nasreddin Hoca diyor ya; “bu nasıl bir köy, taşları bağlamışlar, köpekler serbest.” Maalesef, bazı Toplumlarda, bazı devletlerde vaziyet aynen böyle.
Filozof Arthur Schopenhauer sözlerine devam ediyor: “Die Welt als Wille und Vorstellung'da devletin esas itibariyle herkesi harici saldırıdan ve kişileri sınırları içinde baş gösterebilecek ihtilaflardan korumak amacıyla varolan bir kurumdan ibaret olduğunu göstermiştim. Devletin zorunluluğunun nihayetinde insan soyunun kabul edilmiş adaletsizliğine ve hukuksuzluğuna dayandığı buradan anlaşılır. Haksızlığın, adaletsizliğin olmadığı yerde kimse devleti düşünmeyecektir, çünkü kimsenin hakkının herhangi bir tecavüzden koruması gerekmeyecek ve vahşi hayvanların saldırılarına ya da doğa güçlerine karşı safi bir birlik devletle kastedilen şeye çok az bir benzerlik gösterecektir. Şatafatlı sözlerle devleti insan varoluşunun en yüksek amacı ve çiçeği olarak gösteren filozof taslaklarının dar kafalılığını ve sığlığını bu bakış açısından açık biçimde görürüz. Spinoza ile birlikte devletten ayrı olarak bir hakkın olmadığını ileri sürenler hakkın icrası (hak olarak tanınması) için gerekil olan araçlar ile hakkın kendisini birbirine karıştırmaktadırlar. Hiç kuşkusuz hak ancak devlet içinde korunma güvencesine sahiptir. Fakat hakkın kendisi devletten bağımsız olarak mevcuttur. Çünkü güçle o ancak bastırılabilir ama asla ortadan kaldırılamaz. Dolayısıyla devlet insanın karşı karşıya kaldığı ve kendi başına değil, ancak başkalarıyla birlik olarak savuşturabileceği çok çeşitli saldırılarla zorunlu hale gelmiş bir koruma kurumundan başka bir şey değildir. O halde devletin hedefleri şunlardır:
(1) Her şeyden evvel cansız doğa güçlerine ya da vahşi hayvanlara olduğu kadar insanlara, dolayısıyla başka kavimlere karşı da gerekli olabilecek harici koruma; her ne kadar bu durum en sık karşılaşılan ve en önemli durum olsa da, çünkü insanın en kötü düşmanı insandır: “Homo homini lupus.” (İnsan insanın kurdudur.)
(2) Mevcut dürüst ve adil durumun muhafazasıyla içeriye yönelen koruma, yani bir devletin üyelerinin birbirlerine karşı korunması, dolayısıyla özel hakkın güvence altına alınması.
(3) Koruyucuya karşı, yani kendisine ya da korumanın yönetiminin teslim edildiği kişilere karşı koruma, dolayısıyla kamu hakkının güvence altına alınması. Bu koruyucu gücün üçlü birliğinin, yani yasama, yargı ve yürütme (erkinin) bölünmesi ve birbirinden ayrılmasıyla sağlanabilir. (Arthur Schopenhaur’ın Hukuk Ahlak ve Siyaset Kitabı: file:///C:/Users/Administrator/Downloads/Hukuk%20Ahlak%20ve%20Siyaset%20%C3%9Czerine%20Arthur%20Schopenhauer.pdf)
Alman Filozof Arthur Schopenhaur Krallık İdaresini Cumhuriyet Yönetimine tercih etmektedir. Filozof Krallık İdaresi daha uygun ve daha iyi yönetim diyerek Cumhuriyet İdaresini eleştirir.
Niye mi eleştirir? İşte nedeni: “Cumhuriyetin özel ve kendi özüyle çelişen mahzuru, bu yönetim tarzında yetenekli, üstün zeka sahibi kimselerin yüksek konumlara ulaşmasının ve dolayısıyla doğrudan siyasi nüfuza sahip olmasının Krallık yönetiminde olduğundan daha güç olmasının kaçınılmazlığıdır. Çünkü her zaman, her yerde ve bütün koşullarda dar kafalı, kıt akıllı ve bayağı ruhlu kimseler üstün zeka sahibi insanlara karşı derhal ya da içgüdüsel olarak birleşip ittifak oluştururlar ve onları doğal düşman olarak görürler; onları bir araya getirip birbirlerine böylesine sıkı sıkıya kenetleyen şey bu tür insanlardan duyduktan ortak korkudur. Şimdi bir Cumhuriyet İdaresinde çok sayıda bayağı ruhlu kimse kendilerini gölgeleyip önlerine geçmemesi için üstün zekalı insanları bastırıp saf dışı etmede kolaylıkla başarılı olurlar. Ve herkesin başlangıç itibariyle eşit haklara sahip olduğu iddiasına karşın yeteneksizlerin sayısı diğerlerinden elli kat fazladır. Halbuki Krallık İdaresinde dar kafalıların üstün zekalılara karşı bu doğal ve evrensel ittifakı tek yanlıdır ve ancak aşağıdan örgütlenebilir; halbuki yukarıdan zeka ve yetenek doğal olarak korunup desteklenir. Çünkü öncelikle Kralın kendisi başka herhangi birinin rekabetinden korkmayacak kadar yüksektedir ve yerine sağlam şekilde yerleşmiştir. Sonra kendisi devlete aklından çok iradesiyle hizmet eder; çünkü akıl bunca talep ve iddiaya asla denk olamaz. Dolayısıyla onun her zaman başkalarının aklından yararlanması gerekir; ve çıkarlarının ülkesinin çıkarlarıyla sıkı sıkıya bağlı, onlardan koparılamaz ve onlarla özdeş olduğunu gördüğünden, doğal olarak en iyilere öncelik verir ve onları himaye eder, çünkü onlar onun en uygun enstrümanıdır, tabi ki onları bulacak yeteneğe sahip olduğu sürece, ki dürüstçe araştırıldığı takdirde bu güç bir şey değildir. Hatta bakanlar bile küçük siyasetçilere kıskançlıkla yaklaşmayacak kadar onların ilerisindedir; ve dolayısıyla benzer sebeplerden ötürü yeteneklerinden yararlanmak için seve seve seçkin zekaya sahip kimseleri tek tek seçip işe koyarlar. Dolayısıyla bu şekilde Krallık İdaresinde akıl her zaman ezeli-ebedi ve amansız düşmanı budalalığa karşı cumhuriyet idaresinde olduğundan daha büyük şansa sahiptir; ve onun kazandığı üstünlük çok büyüktür.” (Arthur Schopenhaur’ın Hukuk Ahlak ve Siyaset Kitabı: file:///C:/Users/Administrator/Downloads/Hukuk%20Ahlak%20ve%20Siyaset%20%C3%9Czerine%20Arthur%20Schopenhauer.pdf)
Yazı serimize başka filozof ve âlimlerin ahlak ve devlet üzerine görüş ve düşüncelerine kendi fikrimizi de şerh ederek devam edeceğiz, inşallah.