Çağını sorgulamayan zihin sakat zihindir
Çağını sorgulamayan zihin sağlıklı değildir. İnsan ve toplumun gidişatını gözlemlemeyen, içinde bulunduğu hali analiz etmeyen zihin, esasında sakat zihindir....
Çağını sorgulamayan zihin sağlıklı değildir. İnsan ve toplumun gidişatını gözlemlemeyen, içinde bulunduğu hali analiz etmeyen zihin, esasında sakat zihindir. Kendisine sunulanı hemen kabul eden ve doğru mu, yanlış mı diye araştırmayan akıl, hastalıklı akıldır.
İnsan odur ki, çağı sorgulayacak ve adeta hedef tahtasına oturtacaktır.
Gelin bu yazıda, içinde bulunduğumuz çağı hedef tahtasına koyalım ve zihnimizi şu hedef doğrultusunda çalıştıralım: “Bu çağ biz ne sunuyor, bunun karşılığında bizden neleri götürüyor?” Bu soru esasında, çağı sorgulamaktır. Gelin çağı sorgulayalım. Eğer içinde bulunduğumuz çağı sorgulamazsak, sağlıklı bir zihnimiz yoktur demektir.
Sorgulamaya baştan başlayalım. Çağın isminden başlayalım. İçinde bulunduğumuz bu çağa çeşitli adlar verildi. Hız çağı, bilim çağı, teknoloji çağı, iletişim çağı ve benzeri adlar bulundu. Evet, bunlar doğrudur. Bilim ve teknoloji zirve yaptı. Ancak, bilim ve teknoloji zirve yaparken, bazı şeyler de taban yaptı, çukur yaptı. Hatta, adeta yerin dibine girdi. Mesela, insanlar arasındaki sevgi, saygı, güven, şefkat, doğruluk, dürüstlük, iyilik ve merhamet gibi değerler gittikçe aşağılara doğru indi. Tamam, bu çağda insanoğlu bazı maddi imkanlara kavuştur. Ancak, bu çağ yeni soru ve sorunları da beraberinde getirdi.
Şu açık bir gerçek ki, eskiden olmayan soru ve sorunlar artık gündemi daha fazla kaplıyor. Gün geçmiyor ki yeni soru ve sorunla karşılaşmayalım. İnsanlar artık bu yeni soru ve sorunlarla boğuşmaktan geleceğe umutla bakamaz oluyorlar. Genel bir karamsarlık ve genel bir kötümserlik orta yerde duruyor. Öyleyse, bu çağa hız, teknoloji, sanayi, ilim çağı diyerek gerçeğin bir parçasını öne çıkarmayalım. Gerçeğin tamamını öne çıkaralım. Gerçek çok açık ve orta yerde duruyor. Bu gerçeği herkes görüyor. Bu çağ esasında soru ve sorunlar çağıdır. Bu çağ, karamsarlık, yalnızlık ve kötümserlik çağıdır.
Hız, bilim, sanayi, teknoloji vb gibi maddi şeyleri öne çıkarak gerçeği perdelemek şeytani bir yöntemdir. Gerçeğin içinde asıl önem taşıyan, manevi hususlardır. Bunların tamamı gerçeği oluşturur. Maddi ilerlemeler gerçeğin bir parçasıdır. Ancak, unutulmamalıdır ki, bir parça gerçeğin tamamını göstermeyebilir. Hele kasıt varsa ve bazı gerçekler saklanıyorsa hiç göstermez. Bu çağı yalnızca maddi ilerlemeler ile adlandırmayalım. Nerde, manevi halimiz? Onu neden dikkate almıyoruz? Biz yalnızca maddi bir varlık mıyız? Bizim ruh halimiz neden öne çıkarılmıyor? İnsan yalnızca su, ekmek ve gıdaya mı ihtiyaç duyar? Elbette hayır! İnsan esasında, sudan, ekmekten daha fazla manevi gıdalara ihtiyaç duyar.
Peki, bu gerçek orta yerde dururken, insanın manevi yönden ihtiyacı daha fazla iken, neden manevi ihtiyaçlar değil de maddi ihtiyaçlar yönünde zihinler kandırıldı. İlim dedikleri kavram, insanoğluna sanki yalnızca maddi ilerlemeler için lazımmış, ilmin görevi insanı maddi huzura kavuşturmak için gereklidir gibi bir algı zihinlere yerleştirildi. Bu yerleştirmeyle ile zihin tembelleştirildi ve sorgulama kabiliyetinden yoksun bıraktırıldı. Bu bir sinsi oyundur. Bu şeytani bir plandır. Maalesef, bu oyunu ve planı Batı’nın Pozitivist Felsefecileri uygulamaya koydular. Onların isimlerinden birkaçını yazalım da bu melanet kişileri lanetle anmamıza vesile olsun. Auguste Comte, David Hume, Denis Diderot, Karl Marx , Friedrich Engels, Friedrich Hegel, Friedrich Nietzsche ve Charles Robert Darwin gibi kişiler ilim kisvesi altında materyalizm felsefesi geliştirdiler ve zihinleri bozdular. Zihinlerde, “ilim denildiği zaman sanki yalnızca madde” varmış gibi bir düşünce ve yanlış bir olgu oluşturuldu. Bu olguya da pozitivizm denildi. Bu pozitivizm sanki bir tabu gibi de dokunulmaz addedildi. Bilim adamıysan, pozitivizme inanmak zorundasın gibi bir yanlış anlayış zihinler sokuldu. Maalesef bu anlayış hâlâ bazı sakat zihinlerde geçerlidir.
İnsana gerek ki, bu maddeci anlayışı sorgulasın ve bu maddeci çağı eleştirsin.
Ben pozitivizm denilen maddeci bilim anlayışını sorguluyor ve yerden yere vuruyorum. Bu maddeci bilim anlayışının bu çağda felaketlere neden olduğunu, 1. Dünya Savaşı’nın, 2. Dünya Savaşı’nın ve çağımızdaki birçok felaketin kaynağında işte bu pozitivist anlayış vardır. Her şeyi madde olarak değerlendiren anlayış elbette madde ve menfaat için savaşlara ve büyük kıyımlara sebep olur.
Bu çağı sorgularsak, geldiğimiz nokta itibariyle, bu çağın madde ve menfaat çağı olduğu, ilişiklerin tamamen maddeye ve menfaate dayandığı gerçeği ortaya çıkar.
İçinde bulunduğumuz çağı sorguladığım yazımın sonunda Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi’nin, "vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder” sözüne yer vermek istiyorum. İşte, konunun özü budur. Aksi halde, yalnızca maddeye ağırlık verilirse, vicdanlar devre dışı bırakılırsa, ilim denildiği zaman madde anlaşılırsa, çağımızda yaşanan mevcut ve sorunlar meydana çıkar. O sorunların ne olduğunu da herkes biliyor. Çünkü bizzat yaşıyor.
Geleceğimizin ve neslimizin kurtulması ve huzur için tek şart ve tek çıkar yol, “vicdan ile aklı aynı hedefe doğru yönlendirmek ve her ikisini de birlikte kullanmaktır.” İşte güzel sonuç budur. Çağı sorgulan vicdan ve akıl sahibi her insan bu güzel sonuca ulaşır, vesselam.