Dil öğrenmenin kolay yöntemleri neler?
Munzur Üniversitesi Yabancı Diller ve Kültürler Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Özgül Özönder Güçlü, Yeni Ankara'ya yaptığı özel açıklamada, “İngilizcenin dünya dili konumuna gelmesinde, dilin yapısından daha çok tarihsel ve ekonomik süreçler büyük rol oynamıştır.” dedi.
Munzur Üniversitesi Yabancı Diller ve Kültürler Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Özgül Özönder Güçlü, dilin yapısını, dünya dili kavramı ve İngilizce özelinde yabancı bir dilin öğrenme aşamalarını yeniankara.com.tr'ye anlattı.
Okuyucularımızın sizi tanıması için kendinizden bahseder misiniz?
İngiliz Dili Eğitimi ve motivasyonu alanlarında uzmanlaşmış bir akademisyenim. Lisans eğitimimi 2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde yaptım. Ardından, 2010 yılında İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi'nde İngilizce'nin Yabancı Dil Olarak Öğretimi alanında yüksek lisans derecesi aldım. Doktora çalışmalarımı ise 2020 yılında Hacettepe Üniversitesi'nde İngiliz Dili Öğretimi üzerine tamamladım. Akademik kariyerim boyunca, ikinci dil öğreniminde motivasyon ve dil öğretim yöntemleri konularına odaklandım. Özellikle, "The Effect of a Visionary Motivational Program on Learners' Ideal L2 Self" başlıklı doktora tezimde, hayal gücüne dayalı motivasyon programlarının dil öğrenicilerinin ideal ikinci dil benlikleri üzerindeki etkilerini inceledim. 2021 yılında, "International Journal of Curriculum and Instruction" dergisinde yayımlanan "A Descriptive Study on the Literature of the L2 Motivational Self-system and its practical implications" başlıklı makalemle, ikinci dil motivasyonel benlik sistemi literatürünü ve bunun pratik uygulamalarını ele aldım. Akademik çalışmalarımın yanı sıra, 2005-2014 yılları arası İstanbul Kültür Üniversitesi, Yabancı Diller Merkezi’nde önce İngilizce okutmanlığı, 2011-2014 yılları arasındaysa Yabancı Diller Merkezi Müdür Yardımcılığı ve Müdürlük görevlerini üstlendim. 2015 yılının Aralık ayından itibaren Abdullah Gül Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu’nda İngilizce öğretim görevlisi olarak göreve başladım. 2022 Mart ayından itibarense, Munzur Üniversitesi Yabancı Diller ve Kültürler bölümünde öğretim görevlisi doktor olarak çalışmalarıma çalışmalarımı sürdürmekteyim. Son olarak, 2024 yılında "Envisioning Second Language Future Selves" başlıklı kitabımı yayımladım. Bu eserimde, ikinci dil öğreniminde gelecekteki benlik tasavvurlarının rolünü ve bunların motivasyon üzerindeki etkilerini derinlemesine inceledim. Eğitim ve araştırma yolculuğum boyunca, dil öğreniminin bireylerin kişisel ve profesyonel gelişimindeki önemine inanarak, öğrencilerimin ve okuyucularımın bu süreçte daha motive ve bilinçli olmalarını sağlamayı hedefledim.
DİL NEDİR?
Dil nedir, dilin tarihinden bahseder misiniz?
Dil nedir sorusuna yanıt vermek aslında çok kolay değil. Çünkü dilin ne olduğu konusunda birçok farklı yaklaşım bulunmaktadır ve sözlük tanımlarına dayanarak dili tanımlamak onu oluşturan kimi unsurları göz ardı etmemize yol açabilir. Ancak, en genel hatlarıyla dil nedir sorusuna şöyle bir yanıt verebilirim: Dil, insanların hislerini, düşüncelerini ve edindikleri bilgi birikimini hemcinsleriyle paylaşmalarını sağlayan sembolik bir iletişim sistemidir. Dilin kendine özgü kuralları vardır ve dil bu kurallar çerçevesinde gelişen canlı bir iletişim aracıdır. Bahsi geçen kurallar, insanlar dili kullanırken oluşan alışkanlıklardan doğarlar ve doğal bir mutabakat yoluyla şekillenirler. Yani, dildeki göstergeler (kelimeler, semboller) ile bunların temsil ettiği kavramlar arasındaki ilişki, başlangıçta keyfi (arbitrary) olsa da zamanla toplumun ortak kullanımı ve alışkanlıkları sonucu dile yerleşirler ve dilde kabul görürler. Bu süreçte, dilsel göstergelerin kullanımı ve anlamları, bireylerin sürekli etkileşimleri ve iletişimleri sayesinde doğal bir uzlaşıya dönüşür. Örneğin "ağaç" kelimesi ile doğadaki ağaç arasında doğrudan bir bağlantı yoktur; farklı dillerde aynı nesne için farklı kelimeler kullanılması, bu keyfiliğin bir göstergesidir. Bu durum, dilin dinamik ve değişken yapısının bir parçasıdır. Bana göre dilin en önemli özelliği yaşayan bir organizma olması ve insanların düşünce süreçlerini şekillendirmede temel bir unsuru oluşturmasıdır. Dil bir kuşaktan diğer kuşağa kültürün, toplumsal kimliğin, ideolojik yapıların aktarılmasını imkanlı kılar.
O insanlığın en kadim ve temel iletişim araçlarından biridir. Tarihine baktığımızda, dilin insanlıkla birlikte bir evrim geçirdiğini görüyoruz. İlk çağlarda basit işaretler ve seslerle başlayan bu yolculuk, bugün birbirinden farklı binlerce dile ulaşmıştır. Ortaya çıkan bu diller insanlar tarafından kullanılmaya devam ettikçe kendi içlerinde sürekli bir değişim geçirmektedirler. Tarihsel bağlamda dili ele alacak olursak, dilin kökeni, insanın iletişim kurma ihtiyacıyla başlamıştır diyebiliriz. İlk dillerin, doğal sesleri taklit ederek (onomatopoeia) veya basit işaretlerden türediği düşünülmektedir. Yazılı diller ise Sümerler’in MÖ 3100 yıllarında geliştirdiği çivi yazısıyla ortaya çıkmıştır. Bu yazılı iletişim de dilin gelişimindeki önemli dönüm noktalarından biri kabul edilmektedir. Dil, zamanla toplumların kültürleri, teknolojileri ve coğrafi konumlarına göre evirilmiştir.
GLOBAL DİLİN AVANTAJLARI VE DEZAVANTAJLARI
Dünya dili ya da global dil olmalı mı? Bunun dillere sizce avantajı ya da dezavantajı nedir?
Dünya dili fikri kulağa gerçekten çok pratik geliyor değil mi? Herkesin tek bir dille anlaşabilmesi mantıklı bir girişim gibi görünüyor, ama tarih boyunca dünya dili dediğimiz dil aslında hep güçlü olanın dili olmuş. Mesela Roma döneminde Latince, bilimden hukuka, dinden yönetime kadar her alanda baskındı. Daha sonra, özellikle diplomasi ve kültürel etkileşimde, Fransızca öne çıktı. Büyük İskender zamanında Eski Yunanca, bilim ve felsefenin diliydi. İslam dünyasında ise Arapça, bilimin ve ticaretin vazgeçilmez dili oldu. Şimdi de İngilizce bu role sahip, ama bu İngilizcenin daha üstün bir dil olduğundan değil; tamamen ekonomik ve kültürel güçle ilgili bir durum. Tarih boyunca bu diller, bir nevi “lingua franca” işlevi gördü; yani farklı ana dillere sahip insanların anlaşabilmesi için bir köprü oldular. Ancak burada bir sorun var: Bir dilin dünya dili olması, diğer dillerin ve kültürlerin zayıflamasına, hatta bazen yok olmasına yol açabiliyor. Yerel diller kaybolunca, onlarla birlikte o dile özgü hikayeler, gelenekler, hatta bir toplumun dünyaya bakış açısı da kayboluyor. Bu da insanlığın çeşitliliğine zarar veriyor. Bence bir dünya dili olabilir, ama bu diğer dilleri yok saymadan, aksine onları koruyan bir yaklaşımla olmalı. Çünkü her dil bir kimlik, bir kültür, bir yaşam tarzını taşır. Diller bir arada var olursa, dünya hem daha renkli hem de daha adil bir yer olur.
İngilizce neden dünya dili? Tarihinden ve dil yapısından bahseder misiniz?
İngilizcenin dünya dili konumuna gelmesinde, dilin yapısından daha çok tarihsel ve ekonomik süreçler büyük rol oynamıştır. 18. ve 19. yüzyıllarda İngiliz İmparatorluğu'nun dünyanın pek çok yerini sömürgeleştirmesiyle İngilizce, birçok bölgede yönetim ve ticaret dili haline geldi. Ardından, 20. yüzyılda Amerika Birleşik Devletleri'nin ekonomik, politik ve kültürel etkisi, İngilizcenin küresel bir dil olarak benimsenmesini daha da pekiştirdi. Bugün, bilimden teknolojiye, sanattan ticarete kadar pek çok alanda İngilizcenin yoğun bir biçimde kullanıldığını görüyoruz. Dil yapısı açısından bakıldığındaysa, İngilizcenin bazı özellikleri onun öğrenilmesini kolaylaştırıyor. Örneğin, dilbilgisi kuralları oldukça basit; cinsiyet ayrımı yok ve fiil çekimleri sınırlı. Ayrıca, tarih boyunca Latince, Fransızca ve Eski Norse (Kuzey Cermen dilleri) gibi dillerden birçok kelime alarak zengin bir kelime dağarcığı oluşturmuş. Bu esneklik, İngilizcenin farklı kültürlere uyum sağlamasını kolaylaştırıyor İngilizcenin küresel bir iletişim aracı olarak kullanılması faydalı olsa da diğer dilleri ve kültürleri korumak da büyük önem taşımaktadır.
O klişe soruyu sormamız gerekirse, her yıl okulda İngilizce eğitim aldığımız halde yine de tam olarak neden konuşamıyoruz?
Bu gerçekten çok haklı bir soru ve cevabı, bence, eğitim sistemimizde saklı. Okullarda İngilizce eğitimi genelde dilbilgisi kurallarına odaklanıyor. Saatlerce gramer öğreniyoruz, testler çözüyoruz ama işin en önemli kısmını, yani konuşmayı ve pratik yapmayı yeterince deneyimleyemiyoruz. Halbuki bir dili öğrenmek sadece kuralları ezberlemek değil; o dili gerçekten kullanarak iletişim kurmayı geliştirmek demek. Bir diğer sebep de hata yapma korkusu. Çoğu kişi "Ya kelimeleri yanlış telaffuz edersem ya da yanlış bir gramer yapısı kullanırsam ne olur?" diye düşünüyor ve bu korku, konuşmaya cesaret etmelerini engelliyor. Oysa yapılan araştırmalar da gösteriyor ki hata yapmak, dil öğrenmenin en doğal ve etkili parçası. Hatta hata yapmadan öğrenmek neredeyse imkânsız. Bir de dile yeterince maruz kalamamak büyük bir problem. İngilizceyi günlük hayatta pek duymuyoruz ya da kullanacak ortam bulamıyoruz. Bu da dilin hayatımızın tam olarak bir parçası olmasını engelliyor. Bana göre, İngilizceyi öğrenmek değil, içselleştirmek asıl önemli olan. Çünkü biz genelde İngilizceyi okulda öğrenip, sonra kullanmayınca unutuyoruz. İşte bu noktada içselleştirmek, yani dili hayatımızın bir parçası haline getirmek devreye giriyor.
Şunun da altını çizmem lazım: Ben dilin kurslarla ya da bir eğitmenle yalnızca bir yere kadar çalışabileceğine inanıyorum. Elbette kurslar ve öğretmenler sürecin başında bir yön gösterici, süreci başlatıcı bir rol üstleniyorlar, ama işin büyük kısmı öğrencinin üstünde. Öğrencinin ne kadar kendi başına zaman ayırıp çalıştığı, ne kadar algılarını açtığı ve gerçekten ne kadar istediği belirleyici oluyor. Yani, dili geliştirmek tamamen kişinin sorumluluğunda. Eğitmen size başlangıçta yolu gösterebilir, ama o yolu yürümek tamamen size bağlı. Bununla birlikte, evrensel kültüre açık olmak da çok önemli. Örneğin, İngilizce bir dil değil sadece, aynı zamanda kültürel bir pencere. Bu dilde üretilen inanılmaz fazla sayıda dizi, film, kitap ve edebiyat eseri var. Bunları İngilizce izlemek, dinlemek ve okumak dil öğrenim sürecini hızlandırır. Ancak bu da yetmez. Dil, bireylerin hayatlarının bir parçası haline gelmelidir. Çünkü dil sadece öğrenilmez; yaşanır ve hissettikçe yerleşir. Farklı türde (görsel, işitsel, dokunsal ya da duyusal) gerçek yaşamdan gelen materyallerle dili duymak ve anlamaya çalışmak gerekmektedir. Bir süre sonra buralardan edinilen bilgi ve beceriler farkında olmadan dilinize işler. Bu bağlamda dili içselleştirmek isteyen bireylerin, okuma, yazma, dinleme ve konuşma becerilerini iç içe bir şekilde geliştirmesi, süreci daha da etkin hale getirebilir. Daha fazla konuşma, dinleme ve anlama fırsatı sunan, gerçek yaşamdan alınmış (authentic) materyallerle çalışmak bireylerin dile olan aşinalığını ve gerçek yaşamda kullanabilme yetilerini artırabilir.
İnsanın dil öğrenme kabiliyetine değinecek olursak neler söylemek istersiniz?
İnsanların dil öğrenme kabiliyeti gerçekten büyüleyici bir konu. Bu, doğuştan gelen bir yetenekle başlıyor. Beynimizde dil öğrenmeyi mümkün kılan özel bir yapı var. Örneğin, Noam Chomsky'nin ileri sürdüğü "Evrensel Dilbilgisi" (Universal Grammar) teorisi, insanların dil öğrenme potansiyelinin genetik olarak kodlandığını savunuyor. Bu teoriye göre, her insan bir dil öğrenme cihazı ile doğuyor; buna dil öğrenme mekanizması da diyebiliriz. Bu mekanizma, duyduğumuz ya da maruz kaldığımız herhangi bir dili öğrenmemize yardımcı oluyor. Bu yüzden, çocuklar çok küçük yaşlarda, üstelik farkında olmadan, dilin karmaşık kurallarını bile kavrayabiliyor. Dil öğrenme becerisine etki eden diğer bir unsur da bireysel farklılıklar. Bence bireysel farklılıklar da bireylerin dil öğrenim sürecinde önemli rol oynuyor ama genel olarak bakıldığında insanların dil öğrenme kabiliyeti çok güçlü. Ancak, bu kabiliyette önemli bir zaman penceresi var, biz buna "kritik dönem" (The Critical Stage Hypothesis) diyoruz.
Genellikle çocukluk döneminde, özellikle ilk 7-10 yıl içinde, beyin dil öğrenme açısından en esnek halindedir. Bu dönemde bir dil öğrenmek hem hız hem de akıcılık açısından çok daha kolay. Ama bu, yetişkinlerin dil öğrenemeyeceği anlamına gelmiyor. Yetişkinler, farklı yöntemlerle öğrenme sürecini hızlandırabilir, ama belki bir çocuğun sahip olduğu doğal akıcılığı yakalamakta zorlanabilirler. Bir diğer dikkat çekmek istediğim konu dil eğitiminde sosyal etkileşim. İnsan dil öğrenirken yalnızca gramer kurallarını değil, aynı zamanda dili kullanma yollarını, tonlamaları ve hatta kültürel bağlamı da öğreniyor. Örneğin, bir çocuk, etrafındaki insanların konuşmalarını dinleyerek, tekrar ederek ve onlarla iletişim kurarak öğreniyor. Dilin sosyal bir bağlam içinde öğrenilmesi, sadece teknik bir beceri olarak değil, aynı zamanda bir iletişim aracı olarak kullanılmasını da sağlıyor. Pratik yapmak ve çevreyle sürekli etkileşim halinde olmak kesinlikle kritik. Bunun yanında, öğrenilen dili günlük hayatta kullanmak ve hatalardan korkmamak çok önemli. Bir de motivasyon faktörünü küçümsememek gerekiyor. Kendi hedeflerinize uygun, sizi gerçekten heyecanlandıran bir sebep bulursanız, öğrenme süreci hem daha keyifli hem de daha verimli hale gelir.
"HER ÇOCUK BİR DİL ÖĞRENEBİLİR"
Özellikle ailelere, çocuklarına yeni bir dil öğretmek istediklerinde neler söylersiniz? Her çocuk yeni bir dil öğrenebilir mi?
Mutlaka, her çocuk bir dili öğrenebilir, hatta birden fazla dili aynı anda öğrenebilir! Noam Chomsky’nin yaptığı çalışmalarda da gösterdiği gibi çocukların beyinleri, özellikle küçük yaşlarda, dil öğrenme açısından çok esnek ve açık bir yapıya sahip. Bir önceki sorunun yanıtında da bahsettiğim gibi bu dönem, dil öğrenimi için en ideal zaman dilimi olan "kritik dönem"dir. Ama burada asıl iş ailelere düşüyor. Yani, çocuğunuzun bir dili öğrenmesini istiyorsanız, ona bu dili duyabileceği, hissedebileceği, hatta yaşayabileceği ortamlar sunmanız gerekiyor. Şimdi diyeceksiniz ki "Nasıl yani?" Aileler, çocuklarının sevdiği aktiviteleri, dili öğrenme sürecine dahil edebilirler. Mesela yabancı dilde çizgi filmler izletmek harika bir başlangıç. Ya da o dilde şarkılar dinlemek, basit oyunlar oynamak, hatta mümkünse o dili konuşan bir arkadaş edinmek gibi minik adımlar...
Bir dil kursuna göndermek de bir seçenek olabilir, ama bireylerin dili içselleştirme çabaları illa sınıf ortamıyla sınırlı kalmamalıdır kanımca. Bugün teknolojinin de yardımıyla bambaşka yollar açılıyor önümüze. Ailelerin burada yapması gereken şey, çocuklarının ilgi alanlarını ve ihtiyaçlarını anlamak. Kimisi şarkı dinlemeyi sever, kimisi hikâye okumayı. Çocuklarını zorlamadan, eğlenceli bir şekilde öğrenmeye teşvik etmeleri çok önemli bence. Ayrıca, öğrenme sürecinde çocuğun yaptığı küçük ilerlemeleri övmek ve ona cesaret vermek, motivasyonu arttırır. Bir de şunu unutmayalım, dil öğrenmek bir süreçtir ve sabır gerektirir. Kısa sürede dil içselleştirilemez. Ama şöyle bir gerçek de var ki bir noktadan sonra dil eğitiminde sorumluluk çocukta. Evet, çocuk kendi sürecini yönetmeyi öğrenmeli. Mesela bir hedef belirleyip buna yönelik küçük adımlar atmalı. Son olarak, ailelere şu öneride bulunabilirim: Çocuğunuzun ikinci ya da üçüncü bir dil öğrenmesini istiyorsanız, bunu eğlenceli ve doğal bir sürece dönüştürün. Çünkü zorlamayla değil, sevgi ve merakla öğrenilen bir dil gerçekten kalıcı olur.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Sorduğunuz her bir soru üzerine sayısız araştırma yapılmış, yüksek lisans tezi ya da doktor tezi yazılmış ve yapılmaya da devam ediyor. Yanıtlarımda eksik bıraktığım ya da yeterince değinemediğim noktalar varsa, tamamen bu konuların derinliği ve kapsamından kaynaklanıyor diyebilirim. Dil öğrenme süreci, aslında hayatın her alanına yayılan bir yolculuk. Bence ister çocuk olsun ister yetişkin, bu süreçte en önemli üç unsur var: motivasyon, sabır ve sürekli pratik yapmak. Kanımca, dil eğitimi demek sadece bir dilin dilbilgisi kurallarını ya da telaffuzunu öğrenme süreçlerini kapsamıyor; o dilin kültürünü, sözlü ve yazılı tarihini, insanlarını, insanlarının düşünüş biçimlerini ve yaşam tarzlarını da tanımayı kapsıyor. Bu da dil eğitimi alan bireyler daha geniş ve çok yönlü bir bakış açısı kazandırıyor. Bana ve görüşlerime sayfalarınızda yer verdiğiniz için teşekkür ederim. Umarım paylaştıklarım okuyucularınıza ilham olur. Böyle fırsatlar, eğitimle ilgili güzel fikirleri daha geniş kitlelere ulaştırmak için gerçekten harika bir imkân.